Void, 2023 yılında yayımlanan debut albümleri ‘Horrors of Reality’den günümüze kadar geçen süre içinde, özel hayatlarında kayda değer değişikliklerin gerçekleştiği bir grup… Aklınıza ilk olarak; gruptan birilerinin ilk boşanma deneyimini yaşamış olabileceği ya da grubun gitaristinin alkol problemi yüzünden bir rehabilitasyon merkezine yatırılmış olduğu gibi dramatik olaylar gelmiş olabilir. Ama hayır… Bu zaman aralığında bazıları lise diplomalarını aldılar ve 18 yaşını doldurarak reşit bireyler hâline geldiler! Yeni albümleri ‘Forbidden Morals’ da yetişkinliğe attıkları adımların paralelinde, ileriye dönük müzikal bir atılım mahiyeti taşıyor.
Müzik tarihi ile alakalı yazılarda veya biyografik metinlerde, kimi zaman ele alınan bir müzisyenin dehasına vurgu yapılırken, anlatımın daha da pekiştirilmesi adına; nasıl da henüz konuşmayı bile öğrenememişken enstrümanını fevkalade çalabildiğinden, ilk piyano resitalini verdiğinde tuşlara dahi zor bela uzanabildiğinden ya da Mozart’ın hikâyesindeki gibi daha henüz 13 yaşında bir çocuk iken yazmış olduğu senfoni ile zamanın müzik otoritelerini nasıl da etkilemiş olduğundan altı kalınca çizilerek bahsedilir. Esasen, paylaşılan bu anekdotlar, tarihsel süreçte müziğe yön vermiş bazı isimlerin ne denli şaşılacak anomaliler olduklarının hatırlatılması niteliğini taşır. Eğitim, disiplin ve bireyin içine doğduğu çevresel koşullar; mahir bir müzisyenin yetişebilmesi açısından göz ardı edilmemesi gereken unsurlar. Ancak, kimi insanların da kendilerine bahşedilmiş müzikal yatkınlıklarla dünyaya geldiği bir gerçek. Bu kişilerin sahip oldukları parıltı, daha erken yaşlarda çevrelerinin gözlerini kamaştırmaya başlar bile… 18’lik Ritchie Blackmore’un erken dönem Amerikan Rock and Roll müziğinin en çılgın yıldızlarından Jerry Lee Lewis’in turne gitaristliğini yapması, Michael Schenker’in 15 yaşındayken Scorpions ile stüdyoya girmesi ya da Randy Rhoads’un 17 yaşında Quiet Riot’ı kurup Los Angeles’daki kulüpleri kasıp kavurması ise Rock ve Metal müziğin de kendi anomalilerinin üzerinden yükseldiğinin bir kanıtı gibi.
Void, doğal yeteneklerini ve gençliklerinden gelen enerjiyi harmanlayıp, dikkatleri kısa sürede üzerlerinde toplayabilmeyi başarabilmiş bir grup. İlhamlarını 80’ler Heavy Metal müziğinden seçtikleri aşikâr olsa da bunu yaparken bazı yeni dönem gruplarda sıkça görülen; “parçası olunmayan bir geçmişin nostaljisini yaşatmaya çalışırken parodiye dönüşme hali” Void için kesinlikle geçerli değil. Old school Thrash Metal sound’unu başarılı şekilde temsil etmelerine rağmen müziklerinin sadece bu şekilde tanımlanmasının sığ kalacağı kanaatindeyim. Gitar departmanında kulağa çalınan neo classic unsurlar ve komplike sayılabilecek şarkı düzenlemeleri ile müziklerine fevkalade derinlik katıyorlar.
’Forbidden Morals’, popüler kültüre Bram Stoker tarafından kazandırılmış Dracula karakterinin esinlenildiği isim olan Kazıklı Voyvoda (Vlad Tepeş)’nın merkeze oturtulduğu, “perili köşk” temalı sempatik bir konsept albüm denemesi. “Konsept albüm denemesi” tanımını kullanma sebebim, bu iddia ile bestelenen bir albümün yerine getirmesi gereken kapsamlı hikâye anlatıcılığından ve karakter derinliklerinden yoksun olması. Mesela, 15. yy.’da yaşamış olan Kazıklı Voyvoda’ya, tarihte neden geri takla attırıp daha eski çağda geçen bir hikâye kurgulamaya çalıştıkları gibi detayları değerlendirme kapsamı dışında bırakıyorum. Çünkü o daha çok, grup ve lisedeki tarih öğretmenlerinin kendi aralarında çözmesi gereken bir sorun! Ama eğer çocukların lise öğretmenlerinden biriyle sohbet edebilme imkânım olsaydı, bu isim tarih öğretmenleri değil; edebiyat öğretmenleri olurdu! Çünkü grubun ikamet etmekte olduğu şehir Lafayette, Amerika’nın Louisiana eyaletine bağlı. Aynı eyaletin komşu şehri New Orleans ise modern vampir edebiyatı klasiklerinden ‘Interview with the Vampire’ın yazarı Anne Rice’ın da doğduğu ve romanına mekân olarak seçtiği şehrin ta kendisi! Eğer albümlerinde kana susamış ve gazabından korkulan bir karakteri hikâyeleştirmeye niyetlendiler ise bunu deniz aşırı ülkelerdeki efsaneler arasından değil de yanı başlarındaki şehirden de seçebilirlerdi!
‘A Curse’ isimli intro ile ormanın bizzat kendisi tarafından korunan ve etrafı sislerle çevrili olan Kazıklı Voyvoda’nın şatosuna izinsiz şekilde giriyoruz… İçeri adım attıktan sonra arkamızdan geri indirilen kapı zincirlerinin çıkardığı ürkütücü sese bakacak olursak dönüşümüz pek kuvvetle muhtemel değil!
Albüme de ismini veren açılış parçası olan ‘Forbidden Morals’da, Bay Area sound’lu başlangıcı takiben; melodik gitar işçilikleri ve vokalist Jackson Davenport’un yüksek oktavlara çıktığı saldırgan sesi tarafından ele geçiriliyoruz. Parçadaki farklı bölümler arasındaki pasajlar neredeyse Jeff Waters seviyesi! Daha iyi bir başlangıç olamazdı!
‘Gateways of Stone’da, şatonun davetsiz misafiri zihni efsunlanmış şekilde çıkış yolunu ararken, aslında o rotanın bedeni mahzende gömülü olan huzursuz bir ruh tarafından fısıldandığından habersizdir! Bu telaşa uygun biçimde yüksek tempo Thrash Metal yürüyüşlerine devam ediliyor. İlginç bulduğum kısımlardan biri şarkının son kısmındaki groovy riff. Albüm geneline pek de hâkim olmayan groovy’lik burada kararında kullanılarak farklı bir lezzet katıyor.
’Judas Cradle’, Türkçedeki karşılığı ile ‘Yahuda Beşiği’; Orta Çağ’a ait gaddar işkence yöntemlerinden birine ismini veren, dört ayak üzerine oturtulmuş piramit şeklindeki bir düzenek. Çalışma prensibi olarak; talihsiz kişi, ayaklarından ve ellerinden tavana asıldıktan sonra kasık aralarına denk gelecek şekilde yavaşça düzeneğe indiriliyor. Korkunç değil mi? Ama Kazıklı Voyvoda’nın ruhunun gezindiği şatoya davetsiz girme cüretini göstermiş birinin de çok dostane bir şekilde ağırlanacağı düşünülemezdi!
Albümdeki bu ismi taşıyan parça, bana yer yer David Wayne’nin alıp götürdüğü bazı Metal Church şarkılarını hatırlattı. Jackson Davenport da gelişim sürecindeki bir ses olarak dersine iyi çalıştığını fazlasıyla kanıtlıyor. Şarkıdaki tempo değişiklikleri ve zengin riff içeriği dinleme keyfini körüklüyor. Albümdeki favorilerimden biri.
‘Nine Blood Moons’, katılımcılarına “kan, ter ve gözyaşı”ndan fazlasını vadetmeyen; indoor mekân bir Thrash Metal konserinin mosh pit ve crowd surfing çağrısı gibi adeta. Dinlediğiniz takdirde bana hak vereceğinize eminim.
’Forbidden Morals’ gibi karmaşık düzenlemelerin hâkim olduğu bir albümün tam ortasına yerleştirilen ‘Valeria’, Orta Çağ estetikli kısa bir enstrümantal. Dinleyiciye kısa bir süreliğine nefes aldırdığından dolayı albüm planlaması açısından oldukça isabetli. Bizim çocukların dimağlarının keskin olduğuna şüphe yok zaten. Bu şarkı sonrası ‘Apparition’ ile kaldıkları tempodan devam ediyorlar.
Kimi zaman, kendi kendime bazı eğlenceli tişört fikirleri ürettiğim oluyor. Hepsini sizlerle paylaşacak değilim elbette ama üstünde “Let’s bring power ballads back to the metal” yazan bir tişörtüm olsa girdiğim her ortamda gururla üstümde taşırdım! Ballad yazımı, unutulmaya yüz tutulan kıymetli bir zanaat bana göre! Bir müzisyenin kabiliyet tavanını anlamak adına da ciddi bir turnusol. Çünkü insanların ruhlarının derinliklerine hitap edip, geçmiş hatıralarını gözlerinin önüne getirecek melodileri bulmak herkesin hakkıyla altından kalkabileceği iş değil. ‘By Silver Light’ ise albümde tam olarak bu noktada devreye giriyor. Albümdeki hikâye akışındaki karşılığı biraz temelsiz olsa da başından sonuna kadar kulağa harikulâde geldiğini söylemeliyim.
Return of The Phantom’, albümün yayımlandığı tarihten aşağı yukarı 1 yıl kadar önce single olarak piyasaya sürüldü ve kliplendirildi. Bu şarkı; rövanşist ve mazoşist bir ruhun tekinsizliğini iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir çılgınlık. Kazıklı Voyvoda’ya LE FANTOME kıyafeti dikilip, suratına maskesi takılıveriliyor. Moda deyişle; “Absolute Cinema!”
‘Beneath… Lives the Impaler’, albümü kaparken grubun son kez teknik becerilerini gösterişli şekilde sergilediği bir epik. Şarkıda, Kazıklı Voyvoda’nın hükümranlığının sonunu getiren sürecin bir dizi özeti geçildiği için Osmanlı Padişahı II. Mehmed ve Yeniçeri Orduları da konsept içinde kendilerine yer buluyorlar elbette!
Günün sonunda, kariyerlerinin başında olan ve sahip oldukları potansiyelin henüz sadece ufak bir kısmını gerçekleştirmiş bir grubun ‘Forbidden Morals’ gibi teknik kalitesi yüksek bir albüm kaydetmelerini takdire şayan buluyorum. Exciter, Forbidden, Dark Angel ve Sacred Reich gibi ağır toplarla aynı sahneyi paylaşma ve aşık atma imkânı bulmaları da kendileri adına oldukça kıymetli. Void’i gelecekte daha büyük sahnelerde ve daha geniş kalabalıklar önünde headliner olarak hayal edebiliyorum. Ancak bunun için alacakları profesyonel kararlarda kendilerine mentörlük edecek ve albüm kayıtları sırasında bazen duymak istemedikleri şeyleri suratlarına söyleyebilecek vizyoner müzik insanlarıyla karşılaşmaları gerekecek. Her grup bir George Martin ya da Martin Birch bulacak kadar talihli olamayabilir ama umarım birkaç albümlüğüne kendi Terry Date’lerini bulabilirler.
 
															Öne çıkanlar:
– Judas Cradle
– Return of the Phantom
– Beneath… Lives the Impaler
 
															Öne çıkanlar:
– Judas Cradle
– Return of the Phantom
– Beneath… Lives the Impaler


