British Heavy Metal ile müziğe ilkokul çağlarında tutkuyla bağlanmaya başlamış biri olarak, ön plana çıkan vokaller benim için olmazsa olmazdı. Yıllar içinde başucu albümlerimin, oluşturduğum playlist’lerin bana yetersiz gelmeye başlaması, doğal olarak yeni müzikler aramaya itti. Yeni müzikler keşfettim fakat merak duygum asla tükenmedi. Merakım, zamanla bazı önyargılarımı da kırdı. Synth temalı şarkılara kulağımı tıkayan ben, retrowave ve darkwave playlist’lerinde kendimi kaybediyorum artık. Orkestra ve metal müziğin füzyonuna asla şans vermezken, Septicflesh, Satyricon ve Lacuna Coil gibi grupların hayranı oldum. Benzeri bir emsalini de shoegaze ile yaşadım. Vokallerin geri planda olduğu, enstrümantal müziğin ana karakter olduğu ve geçmişte dinlediğim müziklerden pekâlâ daha soyut bu tarz, zaman içerisinde beni mest etti.
Çok değil, bundan birkaç sene önce “Berlin’de post-rock, shoegaze temalı bir grubu dinlemeye gideceksin” deseniz gülerdim. Lakin, bundan sadece iki sene önceye dek uçak korkum sebebiyle hiç yurt dışına çıkmamıştım ve shoegaze’den ‘tiksiniyordum’.
Seyahatimin asıl amacı, 11 Ekim’de Viyana’da gerçekleşecek Ductape konseriydi. Ductape de önyargılarımı yerle bir eden, yerli darkwave/post-punk grubu. Viyana’dan hareketle Berlin’e trenle geçmiş, ilk günümü şehir merkezine ayırmıştım. İkinci günümdeyse şehrin merkezinde birkaç müze gezimi takiben, duvar yıkılmadan önce ‘doğu bloğu’ olarak adlandırılan bölgeyi keşfedecektim.
Metroya biniyorum ve ilk durağım Magdelenburg Sokağı. Duraktan çıkmamla birlikte şehrin apayrı bir çehresiyle tanışıyorum. Post-Sovyet brutal yapılar beni karşılıyor, trafik lambalarındaki ikonlar bile değişiyor. Şehrin merkezi ve konakladığım güneyine nazaran daha donuk buralar. Molchat Doma şarkılarını andıran bir havası var. Stasi Müzesi’ne giderek Doğu Almanya tarihini detaylı öğreniyorum. O dönemde, Iron Maiden’ın batının yozlaştırma aracı olduğunu iddia ediyormuş rejimin yönetenleri. Müzede gördüğüm Die Firma grubuna ait cesur fotoğraf ise beni uzun uzun düşündürüyor. Baskı rejimine tepki olarak doğan sanat hareketlerinden müzik de nasibini almış. Etkileri de hâlen sürüyor olsa gerek, şehirde sanatın kalbi doğusunda atıyor. Gideceğim konser mekanı olan Neue Zukunft da şehrin doğusunda.
Şehir merkezine bir hayli uzak olan konser alanına, şehrin doğusundayken bile yaklaşık yirmi dakika süren otobüs yolculuğuyla ancak ulaşıyorum. Neue Zukunft içinde birden fazla sahne ve ayrıca sinemalar barındıran, birçok tek katlı yapısı olan bir mekan. Harabe denemez ancak yeni demekten oldukça uzakta.
Mekana giriş yaptığım sırada ilk ön grup Jaguar No Me sahnedeydi. Kötü bir bar grubu, yüksek promille bile tahammül edilemeyecek kadar reziller. Bir an için bunca yolu geldiğime pişman ediyorlar, neyse ki çok geçmeden ikinci ön grup Sacred Buzz geliyor. Bu arada, konser alanında her yaştan insan var. Bazısı benim gibi keşfediyor, kimisi grubun merch’lerini çoktan giymiş. Ellerinde plaklarla imza almak için grup üyelerini yoklayanlar da var.
İlk notadan son vuruşa dek uyumla çalıyorlar. Her şeyden önce — tecrübesizliğin verdiği kaygı hali zaman zaman yüzlerinden okunsa da — keyif alıyorlar. Her şarkının sonunda kuvvetli bir alkışı alıyor ve bizi iyiden iyiye konser atmosferine dahil ediyorlar. Berlin kökenli genç grup, deneyimsizliğini kompozisyonlarındaki kurguyla ele veriyor. Neredeyse her şarkıda bas gitarın riff’lerinin ön planda olduğu, gitarın eşlikçi olduğu ve klavyenin neredeyse her şarkıda sadece bir melodiyi çaldığı bir dizaynları var. Gitarist yer yer cümleler araya sıkıştırarak müziğe renk katsa da yaptıkları iş, icra ettikleri müziğin ataları olan Joy Division, The Jesus and The Mary Chain gibi grupların ötesine geçemiyor. Öte yandan, sahneyi dolduran ve hiç bitmeyen enerjileri ve itinayla yarattıkları sound ile gelecekleri pek de umutsuz değil. Gidecekleri daha çok yol var. Radio Radiation parçasını dinlemenizi öneririm, sizler için kayıt altına aldım.
				Çok değil, bundan birkaç sene önce “Berlin’de post-rock, shoegaze temalı bir grubu dinlemeye gideceksin” deseniz gülerdim. Lakin, bundan sadece iki sene önceye dek uçak korkum sebebiyle hiç yurt dışına çıkmamıştım ve shoegaze’den ‘tiksiniyordum’.
Seyahatimin asıl amacı, 11 Ekim’de Viyana’da gerçekleşecek Ductape konseriydi. Ductape de önyargılarımı yerle bir eden, yerli darkwave/post-punk grubu. Viyana’dan hareketle Berlin’e trenle geçmiş, ilk günümü şehir merkezine ayırmıştım. İkinci günümdeyse şehrin merkezinde birkaç müze gezimi takiben, duvar yıkılmadan önce ‘doğu bloğu’ olarak adlandırılan bölgeyi keşfedecektim.
Metroya biniyorum ve ilk durağım Magdelenburg Sokağı. Duraktan çıkmamla birlikte şehrin apayrı bir çehresiyle tanışıyorum. Post-Sovyet brutal yapılar beni karşılıyor, trafik lambalarındaki ikonlar bile değişiyor. Şehrin merkezi ve konakladığım güneyine nazaran daha donuk buralar. Molchat Doma şarkılarını andıran bir havası var. Stasi Müzesi’ne giderek Doğu Almanya tarihini detaylı öğreniyorum. O dönemde, Iron Maiden’ın batının yozlaştırma aracı olduğunu iddia ediyormuş rejimin yönetenleri. Müzede gördüğüm Die Firma grubuna ait cesur fotoğraf ise beni uzun uzun düşündürüyor. Baskı rejimine tepki olarak doğan sanat hareketlerinden müzik de nasibini almış. Etkileri de hâlen sürüyor olsa gerek, şehirde sanatın kalbi doğusunda atıyor. Gideceğim konser mekanı olan Neue Zukunft da şehrin doğusunda.
Şehir merkezine bir hayli uzak olan konser alanına, şehrin doğusundayken bile yaklaşık yirmi dakika süren otobüs yolculuğuyla ancak ulaşıyorum. Neue Zukunft içinde birden fazla sahne ve ayrıca sinemalar barındıran, birçok tek katlı yapısı olan bir mekan. Harabe denemez ancak yeni demekten oldukça uzakta.
Mekana giriş yaptığım sırada ilk ön grup Jaguar No Me sahnedeydi. Kötü bir bar grubu, yüksek promille bile tahammül edilemeyecek kadar reziller. Bir an için bunca yolu geldiğime pişman ediyorlar, neyse ki çok geçmeden ikinci ön grup Sacred Buzz geliyor. Bu arada, konser alanında her yaştan insan var. Bazısı benim gibi keşfediyor, kimisi grubun merch’lerini çoktan giymiş. Ellerinde plaklarla imza almak için grup üyelerini yoklayanlar da var.
İlk notadan son vuruşa dek uyumla çalıyorlar. Her şeyden önce — tecrübesizliğin verdiği kaygı hali zaman zaman yüzlerinden okunsa da — keyif alıyorlar. Her şarkının sonunda kuvvetli bir alkışı alıyor ve bizi iyiden iyiye konser atmosferine dahil ediyorlar. Berlin kökenli genç grup, deneyimsizliğini kompozisyonlarındaki kurguyla ele veriyor. Neredeyse her şarkıda bas gitarın riff’lerinin ön planda olduğu, gitarın eşlikçi olduğu ve klavyenin neredeyse her şarkıda sadece bir melodiyi çaldığı bir dizaynları var. Gitarist yer yer cümleler araya sıkıştırarak müziğe renk katsa da yaptıkları iş, icra ettikleri müziğin ataları olan Joy Division, The Jesus and The Mary Chain gibi grupların ötesine geçemiyor. Öte yandan, sahneyi dolduran ve hiç bitmeyen enerjileri ve itinayla yarattıkları sound ile gelecekleri pek de umutsuz değil. Gidecekleri daha çok yol var. Radio Radiation parçasını dinlemenizi öneririm, sizler için kayıt altına aldım.
									Grubun sahneden inmesiyle The Third Sound’un sahneye çıkması bir oluyor. Zaten Sacred Buzz performansı boyunca ana grubun frontman’i de bizim aramızda konseri takip ediyordu.
The Third Sound deneyimli bir kadroya ve müzik zekâsına sahip. İzlanda asıllı frontman’leri Hákon Aðalsteinsson birçok projede yer almış bir müzisyen. Psychedelic-rock, shoegaze, post-rock ve hard-rock tınılarıyla haşır neşir olmuş yıllarca. İzlanda’da kurduğu bir grubu da varmış hatta: Singapore Sling. O dönem yaptığı iş, Viagra Boysvari punk tarzıyla, Black Rebel Motorcycle Club şarkılarına öykünen rock projesi. Singapore Sling’in Spotify bio’sunda da The Velvet Underground hayranlığından dem vurmuş, şarkılarını dinleyince sürpriz olmuyor. Özetle, o dönem yaptığı işler bluesy riff’lerin bitmek bilmeyen tekrarıyla, araya sıkıştırıverilen vokallerle vasat denilecek piyasa işi. The Third Sound ile daha olgun ve özgün bir müzik ürettiği ortada.
Ritim gitarda ve klavyede Robin Hughes yetenek setiyle parlıyor. 12 telli gitarıyla eşlik ettiği şarkılar da var, klavyesiyle ön planda döktürdüğü de. Davulda Fredrik Sunesen yer alıyor, sahnede fark yaratan bir sanatçı olduğu söylenemez. Andreas Miranda bas gitarıyla post-punk edalarıyla müziklerini zenginleştiriyor.
Vokalde ve gitarda frontman Hákon bazı sekanslarda yanık. Shoegaze’in şanındandır; boğuk, flu bir ses. Anlattığı hikâyelere bürünen bir tını. Johnny Cash’i de andırıyor. Gitarlar bu hikâyelere şahitlik ediyor, buruk bir ritimle vokalleri destekliyor. Wasteland gibi parçalarda ise ritim yerine bulanık ve mütevazı distorsiyonlara sahip melodi mırıldanıyor gitar. Bazen de bas ana riff’i çalıyor, See You On the Other Side şarkısında olduğu gibi. Gözlerinizi kapayıp uzaklara dalmanızı sağlayacak atmosferde eserleri olduğu gibi, temponun arttığı parçaları da mevcut. Tek cümleyle üç albümlük diskografilerini şöyle özetlerim: uzun yolda dinlenecek parçalar.
Kendilerine has bir sound’ları var. Eserlerinde nevi şahsına münhasır kompozisyonları yok denecek kadar az. Temas ettikleri türlerin şablonlarını doğru zamanda, doğru yerde parçalarına entegre ediyorlar. Kesinlikle shoegaze türünde Mogwai, Slowdive, Ride gibi isimlerle aynı klansmanda değiller. Az önce saydığım grupların aksine bugünün müziğini yapamıyorlar, geçmişte sıkışmışlık var hep biraz. Öte yandan, üretmeye devam etmelerinden bahtiyar olacağımız, playlist’lerimize ekleyeceğimiz ve yeni albümleri için takipte kalacağımız bir proje.
Öne çıkan eserleri olarak şu parçaları sayabilirim: Photographs, For A While. Konserin setlist’iyse şu şekildeydi:
1.See You On the Other Side
2.On Returning
3.Dissocation
4.Your Love is Evol
5.Nine Miles Below
6.Another Time, Another Place
7.Hex
8.Wasteland
9.This is the Only Way I Know
10.Photographs
11.For A While
12.Half Alive
Sizler için On Returning şarkısını kayda aldım, iyi seyirler!:)
				The Third Sound deneyimli bir kadroya ve müzik zekâsına sahip. İzlanda asıllı frontman’leri Hákon Aðalsteinsson birçok projede yer almış bir müzisyen. Psychedelic-rock, shoegaze, post-rock ve hard-rock tınılarıyla haşır neşir olmuş yıllarca. İzlanda’da kurduğu bir grubu da varmış hatta: Singapore Sling. O dönem yaptığı iş, Viagra Boysvari punk tarzıyla, Black Rebel Motorcycle Club şarkılarına öykünen rock projesi. Singapore Sling’in Spotify bio’sunda da The Velvet Underground hayranlığından dem vurmuş, şarkılarını dinleyince sürpriz olmuyor. Özetle, o dönem yaptığı işler bluesy riff’lerin bitmek bilmeyen tekrarıyla, araya sıkıştırıverilen vokallerle vasat denilecek piyasa işi. The Third Sound ile daha olgun ve özgün bir müzik ürettiği ortada.
Ritim gitarda ve klavyede Robin Hughes yetenek setiyle parlıyor. 12 telli gitarıyla eşlik ettiği şarkılar da var, klavyesiyle ön planda döktürdüğü de. Davulda Fredrik Sunesen yer alıyor, sahnede fark yaratan bir sanatçı olduğu söylenemez. Andreas Miranda bas gitarıyla post-punk edalarıyla müziklerini zenginleştiriyor.
Vokalde ve gitarda frontman Hákon bazı sekanslarda yanık. Shoegaze’in şanındandır; boğuk, flu bir ses. Anlattığı hikâyelere bürünen bir tını. Johnny Cash’i de andırıyor. Gitarlar bu hikâyelere şahitlik ediyor, buruk bir ritimle vokalleri destekliyor. Wasteland gibi parçalarda ise ritim yerine bulanık ve mütevazı distorsiyonlara sahip melodi mırıldanıyor gitar. Bazen de bas ana riff’i çalıyor, See You On the Other Side şarkısında olduğu gibi. Gözlerinizi kapayıp uzaklara dalmanızı sağlayacak atmosferde eserleri olduğu gibi, temponun arttığı parçaları da mevcut. Tek cümleyle üç albümlük diskografilerini şöyle özetlerim: uzun yolda dinlenecek parçalar.
Kendilerine has bir sound’ları var. Eserlerinde nevi şahsına münhasır kompozisyonları yok denecek kadar az. Temas ettikleri türlerin şablonlarını doğru zamanda, doğru yerde parçalarına entegre ediyorlar. Kesinlikle shoegaze türünde Mogwai, Slowdive, Ride gibi isimlerle aynı klansmanda değiller. Az önce saydığım grupların aksine bugünün müziğini yapamıyorlar, geçmişte sıkışmışlık var hep biraz. Öte yandan, üretmeye devam etmelerinden bahtiyar olacağımız, playlist’lerimize ekleyeceğimiz ve yeni albümleri için takipte kalacağımız bir proje.
Öne çıkan eserleri olarak şu parçaları sayabilirim: Photographs, For A While. Konserin setlist’iyse şu şekildeydi:
1.See You On the Other Side
2.On Returning
3.Dissocation
4.Your Love is Evol
5.Nine Miles Below
6.Another Time, Another Place
7.Hex
8.Wasteland
9.This is the Only Way I Know
10.Photographs
11.For A While
12.Half Alive
Sizler için On Returning şarkısını kayda aldım, iyi seyirler!:)

